Çatalhöyük Çumra Çatalhüyük

DÜNYANIN EN ESKİ YERLEŞİM YERİ " ÇATALHÖYÜK "

Çağlar boyunca pek çok uygarlığa beşiklik etmiş anadolu'nun kalbinde Çatalhöyük gibi özgün bir yerleşimin de bulunmuş olması şaşırtıcı gelmeyebilir. Yine de Neolitik çağ'ın burada yaşamış olan insan topluluğunun neden Konya yöresini seçtiğini anlamak için bölgeyi tanımak gerekiyor.

Konya'nın kuzey doğusun da, Çumra yakınlarında, Çarşamba Çayı'nın beslediği verimli bir düzlüğün ortasında yer alıyor. Höyük ilk olarak 1951 yılında Ankara İngiliz Arkeoloji Enstitüsü bünyesinde çalışan arkeolog James Mellaart tarafından bulunmuş. Yerinin kayda geçirilmesin'de gerçekleşen Çatalhüyük'e ilk ayrıntılı araştırma, ulaşım zorlukları yüzünden ancak 1958 yılında yine Mellart ve iki meslektaşı tarafından gerçekleştirilmiştir.

Çatalhöyük’teki Neolitik merkezin konumu ilgi çekicidir. Toros Dağları’ndan Konya Ovası’na akan Çarşamba Çayı Çatalhöyük’ü iki kısıma ayırmaktadır. Konya Ovası yaklaşık M.Ö. 16000 yıllarına kadar bir çanak gölüydü. Bu bakımdan Çatalhöyük, eski göl alanındaki, hayvancılığa çok uygun otlaklar ile sulak ve verimli alüvyal tarım arazisinin birleştiği bir kesimdedir. Yörenin güneyinde ve batısında ormanlık bölgeler başlamaktaydı. Bu ormanlar, konut yapımına gerekli ahşabı sağlamaktaydı.

Çatalhöyük’te saptanan yerleşim katlarının kesin tarihlerini belirlemek güçtür, ancak bunların yaklaşık ellişer yıl sürdükleri kabul edilmektedir. Hemen hemen her kat, evlerin yeniden yapılmasını gerektiren bir yangınla tahrip olmuştur. Böylece, Çatalhöyük insanları 900 yıl aynı yerde yaşamışlar ve kültürlerini sürdürmüşlerdir.

Çatalhöyük insanları bilinmeyen bir nedenle M.Ö. 5700-5600 yıllarında Çarşamba Çayı’nın diğer kıyısındaki Batı Çatalhöyük’e geçmişlerdir.

Erken gelişme gösteren bu kültürün kökeninin Türkiye’den başka bir yerde olduğunu gösteren bir belirti yoktur. Erken gelişmiş olmalarının, sonunda zamanından önce olgunluğa erişmelerinin nedeni olabileceği söylenmektedir. Çünkü bu kültürün devamı olmamış, Çatalhöyük’teki yerleşme terk edildikten sonra Neolitik kültür geçici olarak gerilemiştir. Bu devreden sonra da Anadolu tarih öncesinde yeni bir dönem, Kelime anlamı “Bakır-Taş Devri” olan “Kalkolitik Çağ” başlamıştır.

Höyük'ün her yanına yayılmış yüzey buluntularının arasındaki obsidyen araçlar bu höyüğün Neolitik döneme uzanan bir kalıntı zenginliği içerdiğini kanıtlıyormuş. Neolitik çağın en önemli araç yapım malzemelerinden obsidyen taşı Çatalhöyük yöresinde bolca bulunabiliyor.

Obsidyenin Hasan Dağı çevresinden getirildiği tahmin ediliyor. Çatalhüyük halkı büyük olasılıkla obsidyeni ticaret aracı olarakta kullanıyordu. Çatalhüyük Neolitik çağda yerleşmeye son derece elverişli bir noktadaymış .Arkası dağlık ve ağaçlık arazi , önü bataklık olan Çatal Höyük,hem tarım ,hem de hayvancılık için biçilmiş kaftanmış. Buluntular Neolitik çağda bölgede hem fauna hem de floranın son derece zengin olduğunu gösteriyor.

Tüm bu doğal zenginliklerin altında yatan etken Konya ovası’nın bundan 16 000 yıl öncesine kadar bu günkü van gölü’nden çok daha büyük bir göl oluşudur. Yörenin uçsuz bucaksız bir düzlük oluşu işte bu sebebe dayanıyor. Yapılarda taş kullanmayan Çatal Höyük halkının kerpici şeçişi de bütünüyle bölgenin taş rezervinin özellikle Neolitik çağda sıfıra yakın oluşundan.

Yaklaşık 16 000 yıl önce göl kuruduğunda geriye bataklık alanlar,küçük göller ve bügünkü Tuz Gölü kalmış. Ortaya çıkan geniş alanlarda hayvanlar özgürce çoğalıyormuş. Etrafta bolca bulunan ve nehre su içmeye geldiklerinde kolay hedef haline gelen vahşi hayvanlar sayesinde Çatalhöyük’lülerin avlanmak için pek az zaman ayırması gerekiyormuş.Yöre toprağının sürülmesi gerekmediğinden ve serpiştirilen tohumlar bile kolayca filiz verdiğinden , tarımda zaman alıcı bir uğraş değilmiş.Bu et ve tahıl bolluğunda Çatal Höyük halkı zamanının çoğunu evlerini bezemek ve dini işlerle geçirme fırsatı bulmuş olmalı. Konya ovası'nın en büyük nehri Çarşamba yöreyi suya doyuruyor ve topraktaki verimli alüvyonlu bir toprak oluşturuyormuş. Bu durum ilk bakışta tarım için kusursuz görünebilir.Başlarda da her şey yolunda gitmiş. Ancak Çarşamba nehri Konya ovasından geçip gitmediğinden , yani ovayı besleyip buharlaşarak tükendiğinden çağlar boyu burada tuz birikimine yol açmış ,Bölgedeki bitkisel çeşitliliğin bugün kü zayıf duruma gerileyişin ardındaki ana etmen bu gibi görünüyor.

İşte bu derece verimli alanlarda Milattan 7000-6500 yıl önceleri belki de tarihin ilk kentsel yerleşiminin kurulduğu Çatalhöyük’ün bulunuşu Neolitik Çağa ilişkin tüm eski kanıları sarsmış.1951’ekadar bugün Çatal Höyük ‘e ait olduğu bilinen pek çok özellik Doğu Akdeniz ,Suriye ve Mezopotamya yöresine atfediliyormuş.Birincisi erken ,ikincisi geç Neolitik dönemin en önemli merkezi olan bitişik Doğu ve Batı tepelerinin oluşturduğu Çatalhüyük halkı , bekli de çağının en elverişli coğrafi noktasında uygarlık tarihinin en görkemli yerleşimini oluşturmuş.

BİR BAŞKA AÇIDAN ÇATALHÖYÜK

Uygarlıkla ilgili bütün bildiklerinizi unutun! Mekânları, araçları, ilişkileri, hastalıkları, ne yiyip içtiğinizi, inançlarınızı… Hatta uygarlık tarihine ilişkin bütün öğrendiklerinizi bir kenara bırakın, çünkü Çatalhöyük size başka bir tarihin kapılarını aralıyor. Bu tarihte sanat hayatın yanı başında değil içinde akıyor, hiyerarşi ve savaş yok, kadın-erkek çelişkisi de. Binlerce yıl öncesini anlayabilmeniz için hayal gücünüzü kullanın ya da iyisi mi siz, Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi’ndeki ‘Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük’ sergisini gezin. Sergi size insana dair yeni, düşüncenin sınırlarını zorlayan bilgiler vaat ediyor, uygarlığa ve zamana ilişkin algılarınızı bir kez daha sınamanız için şans tanıyor. Şimdi saatlerinizi Çatalhöyük zamanına, 376 nesil, dokuz bin yıl öncesine ayarlayın ve şaşırmaya hazır olun!

HİYERARŞİ YOK, KADIN ERKEK EŞİT

Onlar ilk akrabalarımız, yani aynı türdeniz. Tarih onların zamanlarını neolitik dönem ve erken tarım merkezlerinden biri olarak kaydetti. Bugünün haritasında Konya’nın Çumra ilçesi yakınlarında yer alan Çatalhöyük’te 13.5 hektarlık bir alanda, 1400 yıl yaşayıp geriye 21 metre yükseklikte bir höyük bıraktılar. Onları işte bu höyükte yapılan kazılarla tanıdık. İngiliz arkeolog James Mellaart’ın 1960’ların başında yaptığı kazılarda ortaya çıkanlar hem onu hem dünyayı şaşırttı. Tarih başka türlü okunmaya başlandı.

Çatalhöyük’te hiyerarşi yoktu, çünkü ne yönetim kararlarının alınabileceği, ne de kararların topluma iletilebileceği mekânlar vardı, hatta onları alanlara taşıyacak sokaklar bile yoktu. Tanrıları değil, kocaman gövdeli, bereketi ve gücü simgeleyen ‘şişman kadın’ tasvirleri vardı. Bu, anaerkil bir dönemin yaşandığı inancını daha da pekiştirdi, ancak kazılar ilerledikçe kafalar karıştı. Erkekler kadınlardan daha uzun süre yaşamışlardı, daha uzun boyluydular, ama egemen olanın daha fazla ve farklı yediğinin izleri yoktu. Kadınlar da erkeklere göre daha fazla diş çürüğü vardı, ama farklı bir aşınma görülmüyordu, evde geçirdikleri zaman ve yaptıkları işler hemen hemen aynıydı, alet yapıyor, buğday öğütüyor, ekmek yoğuruyor, aile liderliğine soyunuyorlardı. Bunlar da bir anaerkil dönemden çok, eşitliğin varlığını vaat ediyordu. Kuşaktan kuşağa daha doğrusu evden eve törensel olarak aktarılan kafatasları arasında kadınlara ait olanlar da vardı, erkeklere ait olanlar da. Bu iki cinsin de ailelerinin ya da soylarının ‘baş’ olabildiklerinin izlerini taşıyordu.

HER EV, MİNİ BİR DÜNYA

Çatalhöyük’te evler birbirine yapışıktı veya hiç sokak yoktu ya da çok az sayıda vardı. Bir evin ömrü taş çatlasın 80 yıldı, bu sürenin sonunda içinde yaşanılan ev terk ediliyor, üstüne yeni bir ev inşa ediliyordu. Eski evin kerpiçten duvarlarının üst kısmı yıkılıyor, alt bölümü toprakla, özenle dolduruluyordu. Yeni duvarlar ise alt duvarların üzerinde yükseliyor, yeni ev ortaya çıkıyordu.

Merdivenle üstten girilen evin iki odası vardı. Fırının da bulunduğu ışıklı ana oda yemek pişirmek, sepet örmek, alet ve çanak çömlek üretmek için kullanılıyordu. Ruhlara dileklerde bulundukları figürinler de bu odadaydı. Ocağın yanında, toprağın altında bir obsidiyen (volkanik doğal cam) stoğu bulunurdu. Kapadokya’dan getirildiği saptanan bu sert maden alet yapımında kullanılıyordu. Ok uçları çoğunlukla obsidiyendi, sepet yapımında kullandıkları aletlerin uçları ise hayvan kemiklerinden…

Beş-on kişinin yaşadığı varsayılan evin ocağının yanında bir de depo olurdu. Kurutulmuş et, bezelye, küçücük turp tohumları, mercimek, buğday, arpa, kabuklu yiyecekler bu depodaki yine kerpiçten yapılmış gözlerde saklanırdı. Ana odanın iç kısmında daha yüksek ve temiz alanlar mezarlıklarıydı. Büyük olasılıkla, mezarların hemen üstü uyumaya ayrılmıştı, ölümle yaşam arasındaki bu yumuşak geçişin nedeni ölüye olan saygıydı. Bedenini gömmüş olsalar da ölünün günlük yaşamlarında kendileriyle birlikte olduğuna inanıyorlardı.

ÖYKÜLERİ DUVAR RESİMLERİNDE

Dibek, taş kaplar, havanelleri, öğütme ve değirmen taşları yiyecek hazırlanmasında kullanılan nesnelerdi. Kalın kenarlı, bitkisel katkılı çamurdan yapılmış kaplar da yemek pişirmek içindi. Pişirme işinde ise ateşte kızdırılmış kil toplar kullanılıyordu. Kavurma işlemi, sepet içindeki tahılların arasına konulan kızgın kil toplarla yapılıyordu.

Çatalhöyük’ün izleyeni şaşkına uğratan, dahası bugünün modasına, aksesuvar tasarımlarına ilham olan sanatı da ana odada yaratılırdı. Üç tip figürin görülüyordu; insan ve hayvan biçimliler ile tanımlanamayanlar. Mermer, kil ya da taştan yapılan ‘şişman kadın’ figürinlerine, boğa boynuzlu sekiler, sıvalı boğa başı yerleştirmeleri, leopar kabartmaları eşlik ediyordu. Duvarlardaki, olgunlaşmış bir hayal gücünü gösteren resimler ise günlük yaşamı, doğayla ilişkiyi, atalarla bağı anlatıyordu. Bu figüratif resimlerde hayvanlar, insanlar, geometrik desenler vardı, kırmızı Çatalhöyük için sanatın rengiydi. İnsan bedenleri, ketenden dokunmuş kumaşlar ve deriler ise damga mühürleriyle süsleniyordu.

Çatalhöyük’ün ilk yerleşimcileri geldiklerinde yanlarında evcilleştirilmiş koyun, keçi ve köpek vardı. Ava çıkıldığında yabani sığır, yabani at, eşek, domuz ve geyikle dönülürdü. At ve sığır özel törenlerin, ziyafet sofralarının vazgeçilmez yiyeceğiydi. Malleart’tan sonra kazıyı devralan ve bugün de sürdüren Ian Hodder’ı en heyecanlandıran, resimlerde sıkça rastlanan leopara dair bulgu oldu. Bu, kolye ya da bilezik olarak takılmak üzere delinmiş pençeydi. Hodder Çatalhöyük’ü anlatan kitabına ‘Leoparın Öyküsü’ adını vermekten çekinmedi.

ÇATALHÖYÜK'ÜN KEŞFİ

Höyük 1958 de James Mellaart David French ve arkadaşları tarafından bulundu. İlk kazı 1961–1965 yılları arasında Anakaradaki İngiliz arkeoloji enstitüsü nün katkılarıyla James Mellaart tarafından gerekleştirildi. Mellaart çalışmalarını neolitik çağa ait olan doğu höyüğünde yoğunlaştırmıştı. Bu höyüğün yalnızca %4 ünün kazılması bile alanın büyük öneminin anlaşılmasını yetmişti. Mellaart ın kazıları boyunca doğu höyüğünün güney batısında on altı katmanda yüzlerce bina incelediği araştırmaların yayınlanması ile höyüğün uluslar arası önemi de gözler önüne serilmiş oldu.

1993 de Lan Hodder’ın önderliğinde Cambridge ve Stanford üniversiteleri tarafından Höyükteki çalışmalarda yeni bir dönem başlatıldı. Yaklaşık 25 yıl sürmesi planlanan yeni proje modern bilimsel teknikleri kullanarak neolitik çağda sanatın rolü, Çatalhöyük insanının yeme alışkanlıkları, sağlık koşulları ne şekilde yaşadığı gibi soruları yanıtlamayı amaçlamaktadır. Diğer kazılardan farklı olarak bu kazının çok gelişmiş bilimsel tanımlama ve koruma yolları kullanılarak bir örnek oluşturması düşünülmektedir.

Proje; İngiltere, Amerika, Yugoslavya, Polonya, İsrail, Yunanistan, Almanya, Danimarka, İsveç, Kanada’dan ve Türkiye’den ODTÜ, İstanbul Ankara Ege Anadolu Çukurova ve Selçuk Üniversitelerinden çok sayıda araştırmacı ve öğrencinin katılımıyla oluşan uluslar arası bir niteliğe sahiptir.

Çatalhöyük neolitik çağ boyunca yerleşmek için en uygun yerlerden biri idi.Zengin bataklıkların kıyılarına kadar uzanan dağ ormanlarını çevrelediği Çatalhöyük sanki tarım ve havyarcılık yapmak için yaratılmıştı.Buluntular bu bölgenin 9000 yıl önce bereketli bir bitki ve hayvan kaynağı olduğunu göstermektedir.Çatalhöyük evcil hayvan ve bitkilerin yerleştirildiği ilk yer olmasa da sığır ın ilk olarak burada evcilleştirildiği bilinmektedir.Çatalhöyük insanların avcı toplayıcı bir toplumdan tarım toplumuna geçtikleri o kökten dönüşümden sonra kurulmuş en ileri yerleşimlerinden biridir.

Tarihin en eski şehirlerinden biri olan Çatalhöyükte 3000 ila 8000 arası insan yaşıyordu. Şehrin fazlası ile düzenli bir yapısı olmasına rağmen bu kadar çok insanın bir arada tutan merkezi bir sistemin ya da yönetimin varlığı bilinmemektedir. Aileler yoğun bir şehir dokusu içinde konumlanmış küçük kerpiç evelerde yaşıyorlardı. Bir evdeki yaşam süresi bittikten sonra(evin yapılışından yaklaşık 80yıl sonra)özenle bu evi toprakla doldurup tam üzerine bir yenisini yapıyorlardı. Yeni evler eskilerin üzerine yapıla yapıla bugünkü on altı bina katmanını içeren 21 metre yüksekliğindeki höyük oluştu.